Dini Hikayeler

CENNETE İLK GİRECEK KIMLERDİR

GÜNLERDEN BİRGÜN HZ.MUHAMMET S.A.V İN KIZI HZ FATMA BABASINA SORAR BABA DÜNYADA İLK ÖNCE CENNETE GİRECEK İNSAN KİMDİR.HZ MUHAMET S.A.V ŞÖYLE BUYURUR BİZİM AŞAĞIDAKİ MAHALEDE FALAN SOKAKTA BİRİ OTURUYOR İŞTE İLK CENNETE GİRECEK İNSAN O DUR DİYOR. HZ FATMA MERAK EDER BABASININ TARİF ETİĞİ YERE GİDER VE KAPIYI ÇALAR KAPININ ARKASINDA ÇOK YAŞLI BİR BAYAN SESİYLE KİM O DER HZ FATMA DA BEN FATMAYIM HZ MUHAMMDİN KIZI FATMA YAŞLI KADIN ÜZÜLEREK ŞÖYLE BUYURUR EY FATMA SENDEN BEN AFETMENİ DİLİYECEM AMA EŞİMİN HABERİ OLMADAN SENİ İÇERİ ALAMIYACAM BEN BUGÜN ONDAN İZİN ALAYIM YARIN GELİRİSİNİZ HZ FATMA GERİ GİDER VE ÇOK ŞAŞIRIR ÖTEKİ GÜN BİRDA GİDER BUSEFER YANINDA ÇOCUKLARI HZ HASAN İLE HZ HÜSEİNİDE GÜTÜRÜR.VE YİNE KAPIYI ÇALAR GENE AYNI BAYAN KİM O DİYE SORAR VE KAPIYI AÇMAZ HZ FATMA BENİM DER YAŞLI BAYAN SORAR YANINDAKİLER KİM HZ FATMA ÇOCUKLARIMDER YAŞLI BAYANDA KUSURUMA BAKMA EY FATMA BEN EŞİME SADECE SENİN İÇİN İZİN ALMIŞTIM ÇOCUKLARINDAN HABERİM YOKTU SENDAHA SONRA YİNE GEL BEN BUSEFER ÇOCUKLARIN İÇİNDE İZİN ALIRIM YAŞLI BAYAN KAPIYI GENE AÇMAZ.ÖTEKİ GÜN HZ FATMA GENE O KAPIYI ÇALAR YAŞLI BAYAN KAPIDA YİNE SORAR KİM O DİYE HZ FATMA BENİMDER VE KAPI AÇILIR SONUNDA.HZ FATMA ÇOK ŞAŞIRMIŞ ÇÜNKÜ YAŞLI DİYE DÜŞÜNDÜĞÜ BAYAN MEĞERSE ÇOK GENÇ VE GÜZEL BİR BAYNMIŞ HZ FATMA SORAR PEKİ O YAŞLI KADIN NERDE DİYE GENÇ BAYAN AĞZINDAN BİR TAŞ ÇIKARTARAK O YAŞLI BAYAN BENİM PEKİ NEDEN O TAŞIN AĞZINDA OLDUĞUNU SORAR GEN BAYAN YOLDAN GEÇENLER SESİMİ DUYUP GÜNAHA GİRMESİNLER DİYE İŞTE BU BAYAN CENNETE İLK GİRECEK İNSANDIR.ÇÜNKÜ KOCASINA SADIK VE DİNDAR BİR EV HANIMIDIR

……………………………………………………………………………………………………………………………………………………….

ALLAHU TEALAYI BİLİRMİSİN 😕

Abdullah bin Mübarek, bir gün yolda gidiyordu. Önünde birkaç koyunla bir çoban çocuk gördü. Ona acıdı ve; “Zavallı, çocuklukta çobanlık yaparsa, büyüdükte Allahü teâlânın ibâdet ve mârifetine nasıl erişir?” dedi. Sonra kendi kendine; “Gideyim, ona Allahü teâlâyı tanımakta bir mesele öğreteyim.” deyip, çocuğun yanına geldi ve:

-Evlâdım, Allahü teâlâyı bilir misin? buyurdu.

Çocuk:

-Kul nasıl sâhibini bilmez?” dedi.

-Allahü teâlâ’yı ne ile biliyorsun?

-Bu koyunlarımla.

-Bu koyunlarla, O’nu nasıl bilirsin?

-Bu birkaç koyun çobansız işe yaramaz. Bunlara su ve ot verecek, kurttan ve diğer tehlikelerden koruyucu birisi lâzımdır. Bundan anladım ki, kâinat, insanlar, cinler, hayvanlar ve canavarlar ve bu kanatlı kuşlar bir koruyucuya muhtaçtır. Bu binlerce çeşit mahlûkatı korumaya kâdir olan, Allahü teâlâdan başkası değildir. İşte bu koyunlarla Allahü teâlâyı, böylece bildim

-Allahü teâlâyı nasıl bilirsin?

-Hiç bir şeye benzetmeden bilirim.

-Böyle olduğunu nasıl bildin?

-Yine bu koyunlardan.

-Nasıl?

-Ben çobanım. Onların koruyucusuyum. Onlar benim korumam ve tasarrufumdadırlar. Onlara dikkatle bakıyorum. Ne onlar bana benzerler, ne de ben onlara benzerim. Buradan, bir çoban koyunlarına benzemezse, Allahü teâlânın elbette kullarına benzemiyeceğini anladım. Abdullah bin Mübârek:

-İyi söyledin. İlimden bir şey öğrendin mi? buyurdu.

Çocuk:

-Ben bu sahrâlarda, nasıl ilim tahsîl edebilirim, dedi.

-Peki başka ne öğrenmişsin?

-Üç ilim öğrendim. Gönül ilmi, dil ilmi ve beden ilmi.

-Bunlar nelerdir, ben bunları bilmiyorum.

-Gönül ilmi şudur ki, bana kalb verdi ve kendi mârifet ve muhabbeti yeri eyledi ki, bu kalb ile O’nu bileyim. O’nun sevdiklerine gönülde yer vereyim, sevmediklerine yer vermiyeyim ve böylelerinden uzak olayım. Dil ilmi şudur ki, bana dil verdi ve dili zikretmek, O’nun ismini söylemek yeri eyledi. Bununla O’nu hatırlatanları dile getirmeği, O’ndan bahsetmiyen sözden onu korumayı, böyle sözden uzak olmayı îmâ etti. Beden ilmi şudur ki, bana beden vermiştir ve onu kendine hizmet yeri eylemiştir. Böylece O’na hizmet olan her şeyi yaparım, hizmet olmayan şeyi ise bedenimden uzaklaştırırım.

Abdullah bin Mübârek, bunun üzerine:

-Ey çocuğum! Evvelki ve sonraki ilimler, senin bana bu öğrettiklerindir! dedikten sonra: Ey oğul, bana nasîhat ver, buyurdu.

-Ey efendi! Âlim olduğun yüzünden belli oluyor. Eğer ilmi Allah rızâsı için öğrendiysen, insanlardan istemeyi, beklemeyi kes. Yok, dünyâ için öğrenmişsen, Cennet’e kavuşamazsın, dedi.
……………………………………………………………………………………………………………………………………………………….

KELEPCENİN ÇOZULMESİ

Yorgun ve cilekes bir hayatin ortasinda,yine yargisiz bir infaz sonucu mahkum edilmenin üzüntüsü fakat mahkümiyetinin hakikat ve vazgecilmezligin sebebi olmasinin rahatligi ve sevinciyle bir hapishaneden baska bir hapishaneye nakil oluyordu.Tabiki bu yolculukta üstad yalniz degildi.Yaninda iki asker eslik ediyordu.Üstadin elleri kelepceliydi.Yalniz bilinmesi gereken bir hakikat üstü hakikat varki o kelepceler onun sadece ellerine vurulmustu.Kuran nuru ve Allah askiyla dolu olan yüregi tipki yüksek tepelerde süzülen bir kartal kadar özgürdü ve huzur doluydu.Esaret ve mahkümiyeti sirasinda bile birakmadigi dinin temeli olan namaz da yavas yavas yaklasmaktaydi.Sizler namazlarinizi en zor zaman icinde bile birakmaktan ve gecirmek utanc duyarken bizler ise üstadim,resulum okadar aciz ve utanmaz bir tavirla dinimizin temelini zedeliyor bazilarimiz ise bu temeli kökünden yikiyor.Üstad bu hal ve tavirlardan cok uzak yaklasan namazi bekliyordu.Yanindaki askere namaz kilmasi gerektigini ve kelepcelerinin cözülmesini soyleyerek cok mahsum bir istekde bulundu.Fakat askerler bu isteginin yerine getirilemecegini söylediler:Üstad istegini bir daha tekrarladi.Ama alacagi cevap ayniydi.Hayir.Üsdat aldigi cevap karsiliginda onlari anladigini fakat namazinida kilmasi gerektigini onlarinda kendisinin anlamalarini istedi ama ne yazikki dalalette uyku cok derindir.Onlari bu uykudan uyandirmak rabbimin emriyle üstadin iman dolu yüreginde mevcuttu.Üstad yüregindeki kelepceleri kirmiski dunya maddiyati olan bu kelepcelermi ona engel olacakti.Üsdat bir ara durakladi ve kelepceli olan ellerini BISMILLAHIRAHMANIRAHIM diyerek günese dogru tutmustu.Askerler bu manasiz gibi gelen olay karsinda duraksamis birazda sasirmislardi.Fakat birazdan gerceklesecek olan olay karsinda sasirmak bir yana kalsin gaflet uykusunda oyle bir tokatla uyanacaklardiki farkinda bile degillerdi yanlarindaki zati serefin Bedüizaman oldugunun ve hakikatin.Akerlerin saskin fakat üstadin keskin bakislari altinda ellerinde kelepceler bir anda cözülmüs ve yere düsmüslerdi.Üsdat abdestini almis ve saskinlasmis ve konusmayan askerlerin arasinda ALLAHUEKBER diyerek namazini eda etmeye baslamisti.Askerler göz yaslari icinde onu izliyorlardi.Yanlarindaki zati serefin bir damla nur fakat okyanuslar kadar büyük oldugunun farkina vardilar.Pismanlik ve üzüntü icinde özür dilediler.Fakat Üstad görevlerini yapmalarini ve kelepceleri bir daha takmalarini ve yola devam etmlerinin gerekli oldugunu soyledi.Askerler bunu yapamiyacaklarini soyleselerde Üstad istegini bir daha tekrarladi.Rabbim sen ne büyüksünki hikmetinden sual olunmaz.Iki dakika önce kelepceleri acmamak icin direnen insanlar iki dakika sonra takmamak icin direnmesi sizce biraz dusunme denizine bizleri sürüklemiyor mu?Resulüm Üsdatim bizleri bu denizde yanliz birakmayin.Artik cözün yüreginizdeki kelepceleri cözün..

::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

A L L A H D E M E K Fakir bir genç, padişahın kızına aşık olmuş. Bu ümitsiz sevdasını gidip meşhur dervişine anlatarak yardım dilemiş. Derviş: “Evlâdım, şehrin girişinde tam yol ağzında otur, kim ne derse desin sadece ‘Allah’ diye cevap ver.” demiş.

Fakir genç, denileni yapmış. Günlerce, aylarca şehrin girişinde başka hiçbir kelime konuşmadan “Allah” demiş. Derviş, yiyeceğini, içeceğini her gün getiriyormuş. Zamanla “Allah” diyen genç halk arasında meşhur olmaya başlamış. Nihayet bir gün padişah da genci merak etmiş. Dervişten, genç hakkında bilgi istemiş.

Derviş, gencin devrin büyüklerinden olduğunu söylemiş. Padişah, kalkıp genci ziyarete gitmiş. “Kimsin?

Derdin ne? Ne istersin?” demiş ise de, genç, padişaha karşı da “Allah” demekten vazgeçmemiş. Başka tek kelime konuşmamış.

Derviş akşam gencin yanına gelmiş. “Padişah sana “Kızımı vereyim” diyene kadar, sen ondan sakın ola ki bir istekte bulunma!” diye tembihte bulunmuş. Nihayet bir gün padişah gelip: “Ne istiyorsun, istiyorsan seni kızımla evlendireyim.” deyince, genç, dervişin şaşkın bakışları altında “Yok” demiş. Artık onu da istemiyorum.

Ben başka birisinin hatırı için Allah dedim, Allah devrin padişahını ayağıma getirip, benim gibi miskin bir gence kendi kızını teklif ettirdi. Eğer Onun hatırı için Allah deseydim kim bilir ne olurdu? Ben bundan böyle Ondan başkasını anmıyor, ondan başkasını istemiyorum.”

 

………………………………………………………………………………………………….

NAMAZ KILACAKTIM

O ALTMIŞ YAŞLARINDAYDI…
Dostum Zerrin Hanımın teyzesiydi…
Hayatı yaşamayı, gezip eğlenmeyi pek severdi.

Ona göre insan dünyaya bir kez gelmişti. Öyleyse hayatın tadını çıkarmalıydı.

Bu sebeple İslâmî hayatla arası yoktu. Ona göre insanlar ihtiyarlayıp beli büküldüğü zaman namaz kılmalı ve örtünmeliydi.

Yeğeni Zerrin örtündüğü zaman şok olmuştu. Onu bu hayattan sürekli uzaklaştırmaya çalıştı:

“Kızım sen daha çok gençsin. Bu yaşta öcüler gibi nasıl kapanıyorsun. Hem kocan seni beğenmez. Eskisi gibi süslen püslen. Bu ne, temizlikçi kadınlara dönmüşsün.” deyip, Zerrin Hanım’ı vazgeçirmeye çalışıyordu. Zerrin Hanım ise:

“Teyzeciğim, eşim benim bu halimden memnun. Onun gözü şimdiye kadar başka kadınlarda olmadı ki, bundan sonra olsun” diyerek itiraz ederdi. Fakat teyzesi ikna olmaz itirazını sürdürürdü:

“Şimdiye kadar güzeldin. Şimdi güzelliğini kapattın. Onun için eşinin gözü başka kadınlara kayabilir.”

“Ablam açık, ama kocası her gün bir kadınla geziyor. Buna ne diyeceksin? Eğer bir erkek başka kadına ilgi duyarsa bunu ancak dini duyguları engelleyebilir. Zaten dinimizde bir erkeğin başka kadına başka gözle bakması haram.”

Aslında Zerrin hanımın teyzesi kendisini çok seviyordu.. Kendine göre kurtulmasını istediğinden üstüne düşüyor, yeni tarz hayatından vazgeçirmeye çalışıyordu. Bu yüzden karşılıklı konuşmaların ardı arkası kesilmiyordu:

“Sen daha çok gençsin yavrum, hele bir yaşlan. Hacca gider günahlarını affettirir, örtünürsün.”

“Peki teyzeciğim, ya hacca gidemeden, yaşlanmadan ölürsem?”

“Canım bu yaşta ölümü düşünme”

“Ya ansızın gelirse?”

Zerrin’in teyzesi sıkıştığında saldırganlaşıyordu:

“Senin kafan örümceklenmiş. Ne yapsak içine bir şey girmiyor. Hiç aynaya bakmıyor musun? Eski Zerrinle yenisi arasındaki farkı görmüyor musun? Allah aşkına kızım kendini neden kandırıyorsun. Sinema yok, tiyatro yok, dans yok, müzik yok. Peki bu nasıl zevk almak?”

“Zamanında hepsini yaptım teyze. Ama itiraf ediyorum, şimdiki hayatım çok daha zevkli.”

“Eşin nasıl da seni böyle geri kafalı yaptı? Beynini yıkadı?”

“Yapma teyzeciğim. Uzun sandığın hayat çok kısadır. Göz açıp kapayıncaya kadar geçer. Sonra sen de pişman olursun. Gel sen de Allah’a kul ol.”

“Neee. Senin gibi öcü mü olacağım. Hele dur daha çok var.”

“Bir gün iş yerimde kadınlık gururumun kırıldığını hatırlıyorum. İşe makyajsız gitmiştim. O gün yabancı misafirler firmayı gezmeye gelecekmiş. Müdür yanıma gelip

“Zerrin Hanım bugün o muhteşem güzelliğiniz neden yok?” dedi. Ben de:

“Güzelliğimin işimle ne alâkası var?” dedim. Bana:

“Efendim, siz bizim iş yerimizde vitrinimizsiniz. Sizin güzel olmanız gerek.”

“Ben bir iş yaptığımı sanıyordum. Adamlar beni meğer bir süs eşyası, dekor olarak görüyorlarmış!Artık örtüm sayesinde bu tür aşağılanmaktan kurtuldum.”

“Bunlar sana şimdi heyecan verir ama sonra usanırsın.”

“Bu geçici bir heves değil teyze. Bak dilersen sana bir şey okuyayım:

“Dünya durmuyor gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun. Bak ihtiyarlık şafağı kulaklarının üstünde doğmuştur. Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış. Vücudunda yerleşmeğe hazırlanan hastalıklar ölümün keşif kollarıdır. Ama ebedî ömrün önündedir. O ömürde göreceğin lezzet, ancak bu fani ömürde çalışmalarına bağlıdır. Senin o sonsuz ömürden hiç haberin yok. Ölüm seni uyandırmadan uyan.”

“Sen bunları nereden okuyorsun?”

“Said Nursi’nin Kur’an tefsirinden.”

“Eyvah, nereden buldun bu kitapları? Yoksa sen nurcu mu oldun? Konuşmalarından belliydi zaten. Demek nurculara karıştın ha?”

Teyzesi, toplumda yalan yanlış dolaşan kanaatlerini bir bir sayıp dökmeğe başladı:

“Eskiden beri biz gazetelerde nurculuğun fena bir şey, “irticai” faaliyetler olduğunu okurduk. Said-i Nursi’nin bütün hayatı hapiste geçmiş. Tehlikeli ve suçlu olmasa hapse atarlar mıydı?”

“Teyzeciğim, tüm kulaktan dolma yanlış bildiklerini gerçek sanıyorsun. Oysa piyasada çok silik söz dolaşıyor. Peygamberimizi de yurdundan göç etmek zorunda bırakmadılar mı?. Peki peygamberimiz tehlikeli ve suçlu olduğu için mi onca zulmü yapmışlar? Üstelik Said Nursi’ye açılan bütün davalar beraatla sonuçlanmış. Bunu da biliyor muydun?”

Teyze saplantılarından bir türlü vazgeçmiyordu:

“Bak evlâdım böyle şeylerle uğraşma. Sana ne nurculuktan, sana ne Said Nursi’den. Şu üç günlük dünyada ye, iç, eğlen.”

“Peki insanın dünyaya gönderilişinin bunlardan başka bir gayesi yok mu? Nereden gelip nereye gittiğini, onu bu dünyaya göndereni düşünmesin mi? Yaratıcının emirlerine göre yaşamasın mı?”

“Canım dedim ya bu işi yaşlanmaya bırak. Sonra gençliğin gider, pişman olursun.”

Zaman böyle akıp giderken, Zerrin hanım arada gelip olan biteni benimle paylaşıyordu. Son görüştüğümüzde teyzesi ile ilgili çok farklı şeyler söyledi:

“Teyzemle bu tartışmalarımız sürüp giderken aradan az zaman geçti ve teyzem ne yazık ki kansere yakalandı!

Artık bütün gün yatıyordu. Hastaneye kaldırılmıştı. Ziyaretine gittim:

“Teyze” dedim. “Benden bir istediğin var mı? Sana nasıl yardımcı olabilirim?”

Teyzem yüzüme çaresiz ve pişmanlık dolu gözlerle baktı:

“Zerrin otur yanıma,” dedi.
Titreyen elleriyle ellerimi tuttu. Derin bir “ah!” çekti. Gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. Bütün vücudu sanki büyük bir fırtınaya tutulmuştu. Kesik hıçkırıklar arasında:

“Sen haklıymışsın.” dedi. “Gerçekten hayat çok kısaymış, dünya faniymiş. Bilmedim, bilemedim. Sanıyordum ki, Azrail benim kapımı hiç çalmayacak. Yaşlandığımda namaz kılacaktım, hacca gidip tövbe edecektim. Yanılmışım. Şimdiye kadar yaşadığım hayattan elimde sadece acılar kaldı. Şimdi sadece namazlarımı kılmak istiyorum.”

Teyzem bana yıllardır dindarlığımdan dolayı yapmadığını bırakmamıştı. Özellikle tüm felsefesini yaşlanınca örtünüp ibadet etmek üzere kurmuştu. Ama şimdi o felsefesinin iflas ettiğini, bir işe yaramadığını acılar içinde itiraf ediyordu. Ama iş işten geçmişti.

Teyzemi mahcup etmemek için başımı önüme eğdim. Ama o tüm pişmanlık dolu sözlerle itirafını sürdürdü:

“Namazlarımı kılacaktım. Ama artık günlerim sayılı. Ahhhh! Tekrar dünyaya gelsem, sadece Allah’a ibadet ederim. Ömür bitmez, yıllar tükenmez sandım. Ne olur benim için dua et.” dedi ve gözlerini yumdu..
Teyzemin çaresizlik içindeki pişmanlığı bana Üstad Bediüzzaman’ın şu ifadelerini hatırlattı:

“Eyvah, aldandık. Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet, şu güzeran-ı hayat bir uykudur, bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgar gibi uçar gider

6 Yorum

  1. SELAM DOSTLAR BENCE OKUNMASI VE İNANILMASI GEREKEN ŞEYLER BUNLAR

  2. EyvALLAHHH

  3. selam din kardeşlerim çokgüzel allahtan dilerim tümdünya müslümanlıgı seçer amin

  4. Allah senden razı olsun abim.sitende böyle şeylerede yer verdıgın ıcın

  5. ülküdaslarım ve siteyi kuran krdşlrm gercekten cok iyi şeylere yer vermişsnz sitenzde.fakat rep muzik fln bnce bole gzl bi siteye yakısmamıs bz ülkücüüz repçi deil gnde guzel bir site arkadasım bole bi site kurduun için tessekkurlerr….allaha emanaet olun hepiniz

  6. çok güzel allah sizden razı olsun


Comments RSS TrackBack Identifier URI

Yorum bırakın